Şampiyonlar Liginin kazananı kim?
- Deniz Metin
- 11 Haz 2023
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 13 Haz 2023

Futbolu, sadece 11'erde 22 kişinin oynadığı bir oyun olarak görüp geçmek büyük bir hata olur. Çünkü futbol, sadece bir spor dalı olmanın ötesinde, global bir endüstri, kültürel bir fenomen ve toplumların sosyal yapısına nüfuz eden bir güçtür. Bu gücün en büyük göstergelerinden biri hiç kuşkusuz ki UEFA Şampiyonlar Ligi'dir. Bu uluslararası turnuva, 1955 yılında 'Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası' adı altında ilk adımlarını atarken, aslında futbolun gelecekteki global etkisini de haber veriyordu. Fransız spor gazetesi L'Equipe'nin öncülüğünde doğan bu fikir, Avrupa'nın çeşitli köşelerinden en elit kulüpleri bir araya getirme amacı güttü. 1992-1993 sezonunda ise, 'Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası' adını rafa kaldırıp, modern Şampiyonlar Ligi formatını benimseyerek, uluslararası arenada futbolun dinamiklerini ve futbolun dünya üzerindeki etkisini daha da güçlendirdi.
1980'ler neoliberal rüzgarın tüm dünyayı kasıp kavurduğu bir dönemdi. Amerikan tipi neoliberal politikalar, devletin ekonomik faaliyetlerden geri çekilmesi, serbest piyasa ekonomisini öne çıkarması ve işçi haklarını kısıtlaması gibi yaklaşımlarla hızlı bir değişim yaşanmıştı. Bu süreç, her alanda olduğu gibi, futbolun dönüşümünü de kaçınılmaz kıldı. İlk dikkat çeken gelişme, 1983 yılında Tottenham Hotspur kulübünün Londra borsasına adım atmasıydı. Bu hamle, futbol tarihinde yeni bir sayfanın açılmasına neden oldu, aynı zamanda kulüplerin özelleştirilmesine ve onların yeni bir yatırım aracı olarak görülmesine de ön ayak oldu.
Zaman hızla ilerlerken, 1991 yılında, yayın gelirinden daha büyük pay talep eden İngiliz kulüpleri, İngiliz Birinci Liginden ayrılarak, Premier Lig adı altında kendi organizasyonlarını kurma kararı aldılar. Bu, futbolun ticarileşmesi sürecini daha da hızlandıran bir gelişme oldu. Yeni bin yıla gelindiğinde, süreç daha da hızlandı. 2003 yılında Rus iş insanı Roman Abromoviç’in, Chelsea futbol kulübünü satın alması ve ardından rekor bir harcamalar yaparak kulübü bir sonraki sene şampiyon yapması, endüstriyel futbolun yeni ve geri dönülmez bir evresinin başlangıcını simgeledi. Bu olay, diğer yabancı yatırımcıları da harekete geçirerek, futbol dünyasındaki rekabetin boyutunu daha da artırdı.
Futbol kulüpleri, bir zamanlar gençlerin kendilerini bir parçası hissettikleri, sporun keyfini çıkardıkları ve topluluk bağlarını pekiştirdikleri yerler olmaktan çıkıp, artık bu saflığın yerini , her biri daha fazla kar peşinde olan küresel şirketlere bıraktı. Bu durum, futbolun sadece bir spor dalı olmaktan çıktığını, aynı zamanda bir iş modeli ve ekonomik bir güç olduğunu vurguluyordu.
Bu yeni düzende, Manchester City, Paris Saint-Germain, Chelsea gibi "Zenginler Kulübü" üyeleri, devasa maaş bütçeleri ve astronomik transfer ücretleri ile dünya çapında popülerlik ve başarıyı elde ediyorlar. Ancak bu başarı, sadece kendi aralarında bir rekabet sahnesi yaratıyor, diğer takımları adeta bir piyon durumuna düşürüyor. Bu çarpıcı gerçek, futbolun herkesin eşit başladığı ve herkesin şampiyon olabileceği bir spor dalı olmaktan çıktığı, en zenginlerin oyununa dönüştüğünü gösteriyor.
Bu durum, ekonomisi daha zayıf olan ülkelerden gelen kulüpler için zorluklarla dolu bir süreci beraberinde getiriyor. Türkiye, Yunanistan, Polonya gibi ülkelerin takımları, çok daha sınırlı bir bütçeyle aynı zaferleri elde etmeye çalışıyor. Onlar için ekonomik koşullar, maaş bütçeleri, altyapı ve futbolun genel gelişim seviyesi, uluslararası arenada rekabet edebilme kapasitelerini belirleyen faktörler oluyor. Bu durum, onları maalesef sadece figüran olmaktan öteye gidememelerine neden oluyor. İşte burada futbolun, herkesin eşit fırsatlara sahip olduğu bir spor olmaktan ziyade, küresel ekonomik dengelerin yansıması haline geldiğini görüyoruz.
Şampiyonlar Ligi Finali'nin 10 Haziran 2023 tarihindeki gösterisi, gözler önüne serilen bu ekonomik denklemin canlı bir örneğiydi. Reklam gelirleri, maç günü gelirleri ve mağazacılık gelirleri dışında, kupayı kaldıran takımın sadece ödül bonuslarından 75 milyon Euro'yu aşkın bir gelir elde ettiği bu platformda, Manchester City ve İnter kıyasıya bir mücadeleye girişti. 90 dakika sonunda Manchester City, kupanın yeni sahibi oldu, İnter ise hayal kırıklığına uğramış bir şekilde sahadan ayrıldı.
Bu durumu sayılara dökerse; Manchester City'nin yıllık maaş bütçesi yaklaşık 180 milyon Euro, toplam takım değeri ise 1 milyar Euro civarında. Öte yandan, İnter'in maaş bütçesi 130 milyon Euro'ya ulaşıyor ve takımın toplam değeri ise 530 milyon Euro civarında. Buna karşılık, Türkiye Süper Ligi'nin şampiyonu olan Galatasaray'ın maaş bütçesi yalnızca 23 milyon Euro ve toplam takım değeri yaklaşık 176 milyon Euro. Bu farklılıklar, futbolun zenginleri ve yoksulları arasındaki uçurumu nasıl yansıttığının bir göstergesi.
Fakat unutmayalım ki, bu en zengin takımların tüm gelirleri sadece Şampiyonlar Ligi'nden elde ettikleri kazançlar değil. Kendi liglerinden aldıkları başarı bonusları, gişe gelirleri ve reklam gelirleri ile yaptıkları yatırımın karşılığını almaktalar. Ancak bu durum, onların bağlı oldukları ülkelerin ekonomik koşulları ile doğrudan ilişkili. Örneğin, Şampiyonlar Ligi'nden gelen gelirler tüm ülke temsilcileri için eşit olmasına karşın asıl farkı yaratan unsur kendi liglerinden elde edilen gelir ve dolayısıyla bağlı bulundukları ülkenin ekonomik durumudur. Asgari ücretin bir ülkede yaklaşık 2100 Euro, diğerinde ise sadece 340 Euro olduğunu birinde kişi başına düşen milli geliri 35.000 Euro, diğerinde bu rakamın sadece 9.900 Euro olduğunu düşünün. Bu veriler ışığında, eşit rekabetten bahsedebilir miyiz? Asgari ücretle karşılaştırdığımızda, Manchester City'nin maaş bütçesi 82.758 asgari ücrete denk geliyor. Öte yandan, Galatasaray'ın maaş bütçesi ise 66.205 asgari ücrete tekabül ediyor. Normalde bu durumun tam tersini bekleriz, fakat burada farklı bir durum söz konusu. Bu farkı şu şekilde açıklayabiliriz; İngiltere'de ortalama maaş seviyesi, asgari ücretin %40 fazlası iken, Türkiye'de ise %33 fazlasıdır, yani Türkiye'de genel maaş seviyesi asgari ücrete çok yakın seviyede ve çalışanların büyük bir kesimi asgari ücret ile çalışırken, İngiltere'de insanların sadece belli bir kısmı asgari ücret ile çalışmakta ve genel maaş ortalaması asgari ücret seviyesinin çok üzerindedir. Eğer açlık sınırına göre bir analiz yaparsak; Açlık sınırının (4 kişilik bir aile için) İngiltere'de asgari ücretin %21'i iken, yani bir aile sadece tek bir asgari ücret ile açlık sınırının 5 katı kadar gelir elde ederken, Türkiye'de bu durum (2023 Ocak ayı verilerine göre) asgari ücretin %103'üne denk gelmektedir, yani tek bir asgari ücret geliri elde eden bir aile açlık sınırının maalesef altında kalmaktadır.
Başka bir perspektiften bakacak olursak, asgari ücretle çalışan bir Manchester City taraftarı, 750 Euro'ya (maaşının %36'sı) final maçını izlemeye İstanbul'a gelebilirken, 340 Euro asgari ücret alan bir Türk taraftarın, aynı final maçı eğer İngiltere'de olmuş olsaydı izlemenin yalnızca hayalini kurabilirdi.
Şampiyonlar Ligi Finali'nin ülke ekonomisine katkısına gelecek olursak, yaklaşık 50 bin kişinin finali izlemek için ülkemize geldiğini, bu kişilerin tüm hafta sonu boyunca konakladığını ve günlük ortalama konaklama dahil 250 Euro harcadığını düşünürsek, bu toplamda 25.000.000 Euro'ya tekabül eder. Hazırlık yapan ekiplerin 2-3 hafta konaklama yaptığını da eklersek, bu rakamı kabaca 45-50 milyon Euro seviyelerinde tahmin edebiliriz. Öte yandan, 2022 yılında İstanbul'a 16 milyon turist geldiğini ve bunların ortalama kişi başına 920 Euro harcadığını düşünürsek, toplamda 14,72 milyar Euro seviyesinde bir rakam elde ederiz ki bu da günlük ortalama 40 milyon Euro seviyesindedir.
Gelelim Şampiyonlar Ligi'nin gerçek kazananına; gerçek kazananı hangisidir bunu bilemem ama gelir adaletinin kaybettiğini söylemek çok da zor olmasa gerek.
Bir sonraki yazımda görüşmek üzere.
Comentarios