Yaşamak Bir Ağaç Gibi: Yeşilin Sessiz Çığlığı ve Enerji İhtiyacının Kıskacında Türkiye
- Deniz Metin
- 3 Ağu 2023
- 3 dakikada okunur

“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim.” diye dökülmüştü kelimeler Nazım Hikmet'in kaleminden. Her kelimesi ayrı bir melodi, her dizesi ayrı bir dünya... Hikayemizin merkezine, Akbelen'de katledilen ağaçları almak istedim bu hafta. Bu, bir enerji meselesi, bu bir yaşam meselesi, bu aslında hepimizin meselesi... İzin verin, size bugün Akbelen’in hüzünlü masalını, ağaçların sessiz çığlığını ve enerji ihtiyacımızın doğurduğu çelişkileri anlatayım.
Bildiğiniz üzere Akbelen'de, 75 hektarlık bir orman alanı, linyit kömürü çıkarılması ve termik santrale yakıt sağlanması amacıyla özel sektöre devredilmiştir. Bu süreçte 10.000 ile 15.000 arasında ağaç kesileceği tahmin edilmektedir. Bu durum doğa aktivistlerini haklı olarak ayağa kaldırmış ve onlar da doğal yaşamı korumak için büyük bir direniş gösterip mücadele vermektedirler. Benim de bu konudaki kişisel görüşüm, 1 ağaçla 15.000 ağaç arasında fark olmadığı ve hiçbir ağacın kesilmemesidir.
Fakat madalyonun öbür yüzüne de bakmamız gerekmekte elbette. Öncelikli olarak enerjinin hayatımızdaki yerini burada anlatmama gerek olduğunu düşünmüyorum, siz şu anda yazdıklarımı okuyabiliyorsanız eğer bu enerji sayesinde olmaktadır. Hüseyin Amca akşam kahveden eve geldiğinde Emine Hanım aç bakalım ajansı izleyelim neler olmuş dediğinde de aynı şekilde enerjiye ihtiyacımız olmaktadır.
TEİAŞ'ın 2022 Aralık ayında yayınladığı rapora göre, ülkemizdeki toplam 11.427 santral, 103.809 MW (megawatt) elektrik üretim kapasitesine sahiptir. Bu enerjinin yaklaşık yarısını, nispeten çevreye daha az zararı olan doğalgaz ve HES'ler karşılarken, %23,91'lik bir kısmını yenilenebilir enerji kaynakları ile yani güneş panelleri ve rüzgar tribünleri ile sağlamaktadır. Geriye kalan %21,29 kömür ve petrol ürünleri gibi fosil yakıtlarla karşılanmakta, bu fosil yakıtların yarısına yakın bir kısmı ithalat yoluyla temin edilmektedir. 46 santral, toplam 10.191,50 MW elektrik üretimini linyit ile gerçekleştirir, bu da toplam kurulu gücün %9,2'sine tekabül eder.
Doğalgaz, petrol türevleri ve ithal kömür ile çalışan termik santraller enerji üretiminde %35’lik bir paya sahiptir. Bunun yanında araçlarda kullandığımız benzin/mazot, işyerlerinde kullandığımız doğalgaz hepsi ithal girdi gerektiren alanlardır. Enerji ihtiyacımız için her yıl yaklaşık 100 milyar dolar ödemekteyiz. Ayrıca konuyu sadece maddi olarak düşünmemek gerekiyor, enerji kaynaklarını elinde bulunduran ülkeler bunu siyasi şantaj için de kullanabilmekteler. Bu nedenlerle dışa bağımlılığı ortadan kaldıracak ama çevreye de zarar vermeyecek çözümler üretmemiz gerekmektedir.
Linyit, bize çözüm gibi görünebilir ancak çevreye verdiği zarar göz önüne alındığında, fayda-maliyet analizinde en son tercih edilmesi gereken seçenek olmalı. Hidroelektrik santralleri çevreci gibi görünse de, doğanın dengesini bozarak canlı yaşama zarar vermekte ve Doğu Karadeniz'de olduğu gibi heyelanlar gibi felaketlere neden olabilmektedirler. Güneş enerjisi ve rüzgar enerjisi, yenilenebilir enerji teknolojileri olarak sunulsa da, yapımında kullanılan malzemelerin kaynaklarının sınırlı oluşu ve verimlilik konularında sorunlar yaratmaktadır. Nükleer enerji; her ne kadar ülkemizde bol miktarda uranyum bulunsa da, uranyumun zenginleştirme faaliyetlerindeki sınırlamalar, atıkların saklanması, Fukuşima ve Çernobil gibi felaketlere yol açma ihtimali nedeniyle, en iyi çözüm gibi görünse bile, kalıcı bir çözüm olmadığına inanıyorum.
Peki, çözüm ne olacak? Bu soruyu sorduğunuzun farkındayım. ITER konsorsiyumu, Japonya, Hindistan, Avrupa Birliği, ABD, Rusya, Çin ve Güney Kore'nin ortaklaşa kurduğu ve fonladığı bir organizasyondur. Bu organizasyon, füzyon enerjisi yoluyla (yani hidrojenden helyum üretme yöntemiyle, tıpkı güneşte olduğu gibi) ortaya çıkan muazzam enerji ile geleceğin enerji sorununu çözme amacını taşır. Şimdilik harcanan enerji üretilen enerjiden fazla olsa bile, denemeler devam ediyor ve bu alana yatırımlar yapılıyor. Gelecekte enerjiyi kontrol edenler, dünyayı da kontrol edecekler, bugünde olduğu gibi.
Gücünün zirvesindeki Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa'nın coğrafi keşiflere yönelmesine karşı ilgisiz kalmış. Yeni dünyadan gelen zenginlikler ile güçlenen Avrupa karşısında gerileme sürecine girmiş ve sonunda tarih sahnesinden silinmiştir. Burada asıl olan bakış açısıdır. Bakış açımızı değiştirmez isek, kalıcı çözümler yerine geçici çözümlere yönelirsek, geleceğin vizyonu yerine güncel olanla yetinirsek aynı konuları konuşur dururuz sürekli…
Tekrar konumuza dönecek olursak Türkiye’nin %29,40’ının ormanlarla kaplı olduğunu, bunun yaklaşık olarak 23 milyon hektarlık bir alana denk geldiğini düşünürsek 75 hektarlık orman alanı, genel tabloda çok küçük bir alanı kapsar. Ancak unutmayalım, bir ağaç bile bizim için önemli olmalıdır. Enerji olmadan şimdiki gibi olmasa da yaşayabiliriz, peki ya doğa olmadan yaşayabilir miyiz?
Bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine bir gelecek dileğimle bu haftalık benden bu kadar. Haftaya yeni bir konuda görüşmek üzere.
コメント